Astronominin kısa tarihçesi
Neredeyse insanlığın yazılı tarihiyle yaşıt olan astronomiye ilişkin ilk bilgilerin çoğu Babillilere dayandırılır.
Babillilerin,
IÖ 3000'lerde; bugün bilinen takımyıldızlardan birçoğunu tanımladıkları
ve bazı astronomi olaylarının belirli bir düzen içinde yinelenmesine
dayanan bir takvim geliştirdikleri biliniyor. Sonraki yüzyıllarda bir
yandan gökcisimlerinin, özellikle
Ay'ın
ve gezegenerin hareketlerine ilişkin gözlemler sürdürülürken, bir
yandan da evrenin yapısına ve düzenine ilişkin kuramlar geliştirildi. En
başarılı örnekleri
Eski Yunan
düşünürlerince tasarlanan bu evren modellerinden çoğu yermerkezliydi;
başka bir deyişle, evrenin merkezinde yeryüzünün bulunduğunu,
Güneş'in ve tüm gezegenlerin Yer'in çevresinde dolandıklarını kabul ediyordu. İÖ
6. yüzyılda
Pythagoras,
Yer'in bir küre biçiminde olduğunu ve evrende, doğa yasaları arasındaki
uyumlu ilişkinin yönetimi altında hareket eden pek çok gökcismi
bulunduğunu öne sürdü. Sonraki Yunan düşünürleri gökyüzünü, tam
merkezinde yerkürenin bulunduğu ve iç yüzeyinde birer mücevher gibi
yıldızların asılı olduğu içi boş bir küre olarak düşündüler. Bu küre,
Yer'in ortasından geçen bir eksene dayanıyor ve bu eksenin çevresinde
her gün doğudan batıya doğru döndüğü için gökcisimleri sabah doğup akşam
batıyordu.
Aynı dönemlerde bazı Pythagorasçı düşünürler, evrenin
merkezinde Güneş'in yer aldığı inancına dayanan günmerkezli evren
düşüncesini ortaya attılar. İÖ 3. yüzyılda
Sisamlı Aristarkhos
tarafından daha da geliştirilen bu düşünce, hareketsiz oldukları
sanılan yıldızların ve yeryüzündeki cisimlerin hareketlerini açıklamakta
yetersiz kaldığı için pek yandaş bulamadı.
İS
2. yüzyılda Yunanlı astronomi bilgini
Ptolemaios (Batlamyus), yermerkezli evren modelini iyice geliştirerek çok sağlam temeller üzerine oturttu. Yaklaşık 14
yüzyıl
boyunca astronomi dünyasında tartışmasız benimsenen Ptolemaiosçu evren
modelinin temelinde, gezegenlerin görünür hareketlerini oldukça başarılı
bir biçimde açıklayan "ilmek" (episikl) kavramı yatıyordu. Her birinin
üstünde bir gezegenin dolandığı varsayılan ilmekler, merkezleri, Yer'in
çevresindeki daha büyük bir çemberin üstünde batıdan doğuya doğru
hareket eden daha küçük çemberlerdi. Oldukça karmaşık bir sistem olan ve
80 kadar ilmeğin hesaba katılmasını gerektiren Ptolemaiosçu evren
modeli, gene de bazı astronomi olaylarını açıklamakta başarısız
kalıyordu. Ancak, bir yandan gözlemlerle daha uyumlu başka bir seçenek
geliştirilmemesi, öte yandan Aris-totelesçi anlayışa ve kilisenin
görüşüne uygun olması, bu modelin yüzyıllarca astronomi bilimine egemen
olmasını sağladı. Kilise, evrenin merkezine Yer'i, dolayısıyla insanı
yerleştiren ve gökcisimlerinin değişmezliğini, bir anlamda da
kutsallığını doğrulayan yermerkezli sistemi kendi dogmalarına uygun
buluyordu.
6. yüzyıldan sonra, astronomi çalışmalarının ağırlığı
İslam dünyasına kaydı. Başta Ptolemaios,
Aristoteles,
İskenderiyeli Theon ve
Aristarkhos
olmak üzere birçok Yunan astronomunun yapıtlarını Arapçaya kazandıran
İslam bilginleri, kuramsal çalışmaların yanı sıra, gözlemleri, ölçümleri
ve astronomi aletlerine getirdikleri yeniliklerle bu bilime değerli
katkılarda bulundular.
Ptolemaios astronomisine ve,
Aristoteles fiziğine karşı çıkan 10. yüzyıl bilgini
Birûni, yerkürenin durağan olmayıp döndüğünü kanıtlamaya çalışarak
Kopernik
sisteminin temellerini attı, ayrıca tutulum düzlerniyle Ekvator
arasındaki açıyı veren ölçümler yaptı. Aynı dönem astronomlarından
Bettani ise, Ptolemaios'un, Güneş'in yeröte noktasının sabit olduğu
yolundaki savını çürüttü ve küresel trigonometriye ilişkin
çalışmalarıyla çağdaş astronominin yolunu Güneş'in dönencelerinin
devindiğini bulan
11. yüzyıl bilginlerinden Endülüslü
Zerkali, bu devinimi hesaplamayı da bir kurala bağladı; Yunan ve
Rönesans astronomileri arasındaki köprünün temel direklerinden biri de 11. yüzyılda yaşayan Bağdatlı
İbn Heysem'dir.
Gezegenlerin aslında var olmayan çemberler üzerinde değil, dönen somut
küresel yüzeyler üzerinde bulunduklarını ileri süren Heysem, bu
kuramıyla, gezegenlerin hareket ederken önlerindeki havayı sıkıştırıp,
arkalarında bir boşluk bıraktıkları inancına son verdi. Endülüslü
astronom Bitrüci de, Ptolemaiosçu evren modelinin Aristoteles fiziğine
aykırı düşen noktalarını belirledi, geliştirdiği yeni modelle Kopernik
sisteminin doğuşuna ortam hazırladı. Bu arada 12. yüzyıl astronomu
Bağdatlı
Bediü'l-Usturlabi,
Hipparkhos'un
tasarladığı usturlabın yapımını ve kullanımını yaygınlaştırarak,
gökcisimlerinin ve yıldızların konumunun gözlemlenmesi yoluyla bu
cisimlerin ufuk düzleminden yüksekliğinin ölçülmesini, böylece yerel
zamanın hesaplanmasını olanaklı kıldı.
16. yüzyılda
Polonyalı astronomi bilgini Mikotaj
Kopernik,
Ptolemaios'un yermerkezli sisteminden daha basit ve gezegenlerin
hareketlerini açıklamakta daha başarılı bir günmerkezli sistem
geliştirerek, Ptolemaiosçu evren modelinin tartışılmazlığına sonverdi.
Bu sistemde Ay gene Yer'in çevresinde dolanıyor, buna karşılık Yer de,
bütün öbür gezegenler gibi Güneş'in çevresinde dolanarak tüm
ayrıcalığını yitiriyordu.
Kopernik'in De revolutionibus orbium coetestium (
1543; Gök Kürelerinin Dolanımı Üzerine) adlı kitabında açıkladığı günmerkezli kuram çağdaş astronominin başlangıcını müjdeliyordu.

Ölmüş bir yıldızdan çıkan gaz
17. yüzyıl, astronomide büyük ilerlemelere yol açan çok önemli gelişmelere sahne oldu. Özellikle
Johannes Kepler'in gezegenlerin hareket yasalarını açıklaması,
Galileo Galilei'nin astronomi gözlemlerinde teleskop kullanımını başlatması,
Isaac Newton'ın
hareket ve kütleçekimi yasalarını belirlemesi birer dönüm noktasıydı.
Bu önemli buluşlar başka önemli katkıları da ardında getirdi. Örneğin
1750'de
Thomas Wright evrenin çok sayıda gökadadan oluştuğunu açıkladı. Aynı yüzyılın sonlarında gene İngiliz astronomlarından
William Herschel gökcisimlerini güçlü teleskoplarla çok sistemli bir biçimde gözlemleyerek, çağdaş yıldız astronomisinin temellerini attı.
18. yüzyılda,
Güneş sistemini kapsayan
Samanyolu
gökadasının ve tüm evrenin yapısına ilişkin araştırmalar ye kuramsal
yaklaşımlar gündeme geldi. Örneğin 1796'da Fransız matematikçi
Pierre Simon Laplace, Güneş sisteminin, bir gaz bulutunun soğuyarak sıkışması sonucunda oluştuğunu öne süren "bulutsu varsayımı"nı ortaya attı.
19. yüzyılda
tayfölçümü ve fotoğraf tekniklerinin astronomiye uygulanması,
yıldızların ve bulutsuların parlaklıkları, sıcaklıkları ve kimyasal
özellikleriyle ilgili nicelve nitel çalışmaların başlamasına yolaçtı.
Çok
geçmeden, gezegenler ve Güneş sistemiyle birlikte tüm gökcisimlerinin
özelliklerinin, ancak bu cisimlerin atmosferlerinin ve iç yapılarının
fiziksel özellikleriyle açıklanabileceği anlaşıldı.
Fizik yasalarını astronomi gözlemlerine uygulama eğilimi özellikle
1920'lerde giderek yaygınlaştı ve astronomların çoğu kendilerini astrofizikçi" olarak kabul etmeye başladı.
Bu yaklaşımın temel odakları olan
X ışınları astronomisi, gamma ışınları astronomisi Ve radyoastronomi, klasik astronomi yöntemlerinden çok
fizik, ve
mühendislik
bilimlerinin yöntemlerinden yararlanır. Özellikle güçlü' gözlem
araçlarının ve yardımcı donanımların geliştirilmesinde mühendislik
bilimlerinin birikimi büyük önem kazanır. Elektronik radar ve radyo
birimleri, yüksek hızlı bilgisayar sistemleri, yükselteçler, Yer
yörüngesine oturtulmuş gözlemevleri ve uzun erimli uzay sondalan gibi
teknik gelişmeler, gerek kuramlara, gerek gözleme dayalı astronomi
araştırmalarının sınırlarını büyük ölçüde genişletmiştir.
Astronomi
ilk çağlardan bu yana hem amatörlerin, hem de devletten ya da çeşitli
kuramlardan destek alan profesyonellerin ilgilendiği bir bilimdir. Bu
konudaki devlet desteğinin başlangıcı, mevsimlerin, takvimin ve dua
zamanlarının belirlenmesi için din adamlarının ve başka resmî
görevlilerin görevlendirildiği antik çağlara değin uzanır. Sonraki
yüzyıllarda soylular ve papalar da astronomiyle uğraşan kişileri
desteklediler. 17. yüzyılda pek çok ülkede denizciliğin gelişmesi ve
standart saat uygulamasına, geçilmesi, devleti ulusal gözlemevleri
kurmaya ve astronomi araştırmalarıyla uğraşan kurumları desteklemeye
yöneltti,
20. yüzyılda,
uzay araştırmalarının öneminin artmasıyla birlikte, devletlerin
astronomi çalışmalarına katkısı da dev boyutlara ulaştı. Bir yandan da
uluslararası işbirliği alanında önemli adımlar atıldı. 19. yüzyılda
astronominin gelişimine büyük katkılarda bulunan İngiltere'de Royal
Society, ABD'de Amerikan Astronomi Derneği, Almanya'da Astronomi Derneği
gibi ulusal kurumların yanı sıra
Uluslararası Astronomi Birliği (IAU),
Şili'deki
Avrupa Güney Gözlemevi ve Inter-American Gözlemevi gibi, çok sayıda ülkenin bilim adamlarını bir araya getiren kuruluşlar ve gözlemevleri kuruldu.
Gökbilim
Antik Çağ'da gökbilim
Antik Çağ'da gök biliminin gelişimindeki önemli hususlar olarak şunlar söylenebilir :
Gökbilim önceleri yalnızca, çıplak gözle görülen gök cisimlerinin
gözlemi ve hareketleri hakkındaki öngörülerden oluşuyordu. Eski
zamanlarda gözlemler çıplak gözle yapılıyorsa da o zamanlar günümüzdeki
gibi sanayi ve ışık kirliğinin bulunmayışı insanlara büyük bir avantaj
sağlıyordu. Bu yüzden antik çağda yapılan gözlemlerin günümüzde
yapılması neredeyse olanaksız derecesinde zordur.
Eski insanların dairesel tarzda dikmiş oldukları 6.500 yıllık megalitlerin ( Nabta Playa, Stonehenge) gökbilimsel gözlem amacıyla kullanıldıkları sanılmaktadır.
Eski çağlarda gökbilimde ilerlemiş uygarlıklardan bazıları, Çin, Hint, Sümer, Kalde, Mısır, Toltek, Zapotek ve Maya uygarlıklarıdır.
Rig-Veda'da Güneş'in hareketine bağlanan 27 takımyıldızdan ve 13 bölümlü zodyaktan söz edilir.
Mayalar ise teleskopları olmadıkları halde Venüs’ün evrelerini ve tutulmalarını tam olarak saptayabilmişlerdi.
Antik Yunanlar'ın gök bilimine yaptıkları en önemli katkı, yıldızları
kadir derecelerine göre sınıflandırmaya çalışmış olmalarıdır.
Ortaçağ'da gök bilimi
Ortaçağ’da
gökbilim bilgilerinin İslam bilginlerince geliştirildiği ve bu
bilgilerin sonradan Batı'ya aktarıldığı görülür{{olgu}}.
Gökbilimi geliştiren bu İslam bilginlerinden başlıcaları şöyle sıralanır :
Fergani
(805–880), Gök cisimlerinin hareketleri üzerine yazılar yazdı,
ekliptiğin eğikliğini hesaplamasını sağladığı gözlemlerde bulundu.
Kindi (801–873), filozof ve ansiklopedici bilgin, gökbilim üzerine 16 eser yazdı.
Battani (855–923), gökbilimci ve matematikçi
Hasib El-Mısri (850–930), Mısırlı matematikçi
Harezmi (780-850): Türkistanlı matematikçi.
Ebubekir Er- Razi (864–930), İranlı bilgin
Farabi (872–950) büyük filozof ve bilgin.
Khujandi 10. yüzyılın sonunda Tahran yakınında bir gözlemevi inşa etti.
Ömer Hayyam (1048–1131), cetveller hazırladı, takvimi geliştirdi.
Ibn El-Haytham (965–1039), matematikçi ve fizikçi.
Biruni, (973–1048), matematikçi, gökbilimci ve ansiklopedici.
Tusi (1201–1274), filozof, matematikçi, gökbilimci ve ilahiyatçı; trigonometrinin kurucularından biri olarak kabul edilir.
Gıyaseddin Cemşid (1380–1429), (Özbekistan)
Uluğ Bey (1393 - 1449) Timur İmparatorluğu'nun 4. hükümdarı. Matematikçi ve gökbilimci.
Ali Kuşçu (1403 - 1474) Türk gökbilimci, matematikçi ve dilbilimci
Kopernik Güneş merkezli güneş sistemi modelini fikir olarak ortaya attı.
Koperniğin fikri Galile ve Kepler tarafından savunuldu, geliştirildi ve düzeltildi.
Kepler Güneş’in çevresindeki gezegenlerin hareketini belirleyen bir yasalar sistemi olduğunu düşünen ilk kişi oldu.
Çekimi hareket yasalarıyla tanımlayan Newton
oldu. Böylece gezegenlerin hareketine makul bir açıklama getiren ilk
kişi de o oldu. Aynı zamanda yansıtıcı teleskobu icat etti.
Günümüzde gökbilim

Apollo Teleskobu'nun yapısı
Gökbilim
19. ve özellikle 20. yüzyılda baş döndürücü bir hızla ilerlemiştir.
Yakın zamanlardaki keşif ve gelişmelerle ilgili olarak şunlar
söylenebilir:
Teleskopların geliştirilmiş olmasının
yanısıra, diğer bilim dallarındaki ilerlemelerin de gök bilimine
yardımcı olmaları sayesinde, evrenin gizleri bir bir açığa çıkmaktadır.
Gökbilimdeki en önemli gelişmelerden biri, tayfölçümü de denilen
spektroskopinin (maddelerin ışıkla olan etkileşimlerini anlamaya
çalışma, maddelerin soğurduğu ve yaydığı ışığı, yani elektromanyetik
dalgaları saptayarak maddenin yapısı hakkında sonuçlara varma tekniği)
yani yıldız ışığının elektromanyetik spektral analizine başlanmış
olmasıdır.
Diğer yıldızların ışıklarının analizi, bu yıldızların ışığının temelde Güneş’in
ışığından farksız olduğunu, fakat yıldızlar arasında sıcaklık, kütle ve
boyut bakımından son derece büyük farklılıklar bulunduğunu
göstermiştir.
20. yüzyılın başında diğer galaksilerden ayrı bir birim olarak galaksimizin varlığı kanıtlanabilmiştir.
Ardından Hubble yasası ile evrenin bir genişleme içinde olduğu saptanmıştır; galaksiler giderek birbirinden uzaklaşmaktadır.
Kozmolojik termik ışıma (fosil ışıması) ve kimyasal elementler ve izotoplarının maddeden ayrılmasını açıklayan farklı nükleosentez teorileriyle büyük ölçüde gökbilim ve fiziğe dayalı olan Büyük Patlama kuramı yoluyla kozmoloji özellikle 20. yüzyılda büyük gelişmeler göstermiştir.
20. yüzyılın bu alandaki son gelişmeleri olarak, radyoteleskopların, radyoastronominin, modern bildirişim araçlarının ortaya çıkması sayılabilir. Bunlar sayesinde, elektromanyetik dalgalarla
uzayı aşan parçacıkların spektroskopik analizi yapılabilmiş ve böylece
uzak gök cisimleri üzerinde yeni deney türleri olanaklı hale gelmiştir.
Gökbilimin dalları, alanları, konuları
Antikçağdaki başlangıç döneminde gök bilimi yalnızca astrometriden,
yani yıldız ve gezegenlerin gökyüzündeki konumlarının ölçümünden
ibaretti. Daha sonra Kepler ve Newton’un çalışmaları gök cisimlerinin kütle çekimi etkisi altındaki hareketlerinin matematik yoluyla öngörülmesini sağlayan gök mekaniğini doğurdu. Bu iki alandaki ( astrometri ve gök mekaniği)
çalışmaların çoğu, önceleri, elle yapılan işlemlerden oluşuyordu.
Günümüzde ise bu çalışmalar bilgisayarlar ve fotoğraf aygıtları ile
yapılabilmektedir ki; bu da gök cisimlerinin konum ve hareketlerinin çok
büyük bir hızla saptanabilmesini sağlamaktadır. Bu yüzden modern
gökbilim daha ziyade gök cisimlerinin fiziksel doğasını gözlemlemleye ve
anlamaya yönelmiştir.
20. yüzyıldan itibaren profesyonel gök bilimi iki alana ayrılma eğilimi göstermiştir : gözlemsel astronomi ve teorik astrofizik.
Gök bilimcilerin çoğunun her iki alanda da çalışıyor olmasıyla
birlikte, profesyonel gökbilimciler giderek bu iki alandan birinde
uzmanlaşma eğilimi göstermektedirler. Gözlem gök bilimi esas olarak
verilerin elde edilmesiyle ilgilenir. Teorik astrofizik ise esas olarak
gözlemlenen fenomenleri anlamaya ve öngörülerde bulunmaya çalışır.
Teorik astrofizik gözlem gökbilimine bir tamamlayıcı etken olarak
gökbilimsel oluşumları açıklamaya çalışır da denilebilir.
Gök biliminin bir dalı olan astrofizik,
yıldızların gözlemiyle sınıflandırılan fiziksel fenomenleri tanımlar,
belirler. Günümüzde gök bilimcilerin hepsi de belirli bir astrofizik
bilgisine sahiptirler ve gözlemleri de hemen hemen her zaman, yine
astrofizik bağlamında incelenir. Bununla birlikte, kendilerini yalnızca
astrofiziği incelemeye vermiş araştırmacılar da yok değildir.
Astrofizikçilerin çalışması gökbilimsel gözlem verilerini analiz etmek
ve onları fiziksel olgulara indirgemektir.
Astrofiziğin bir dalı
olan kozmoloji, evreni fiziksel bir sistem olarak inceler; yani
evrenin doğuşu ve büyümesi, evrimi, gökcisimlerinin fiziksel ve
kimyasal özellikleri ve konumlarının hesaplanması ile ilişkilidir.
Gökbilim gözlemleri salt gökbilim ile ilişkili değildir; aynı zamanda
genel görelilik kuramı gibi fizikte çok önemli yeri olan kuramların
sınanması için de gözlemsel veri sağlar.
Kullanılan inceleme
yöntemi, amaç ve konuya göre birbiriyle iç içe olan, genel gök bilimi,
astrofizik ve uzay bilimleri gibi birçok dala ayrılır. Gök biliminde
inceleme alanları aynı zamanda şu iki kategoride ele alınır:
Konuya göre gökbilim. Genellikle uzayın bölgelerine göre (örneğin
galaktik gök bilimi) ve ilgili meselenin tiplerine göre dallara ayrılır
(yıldızların oluşumu, kozmoloji).
Gözlem
tarzına göre gökbilim. Saptanan partiküllerin tipine (ışık, nötrino)
veya dalga genişliğine (radyo dalgaları, gözle görünen ışık, kızılötesi
ışınlar) göre dallara ayrılır.
Gözleme göre gökbilim
Tayfta soldan sağa doğru sırasıyla,
y ışınları, x ışınları , morötesi ışınlar , insanın gözüyle gördüğü ışık, mikro dalgalar, radyo dalgaları bulunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder